18 Kasım 2013 Pazartesi

Kuramsal Çatışmalar Bildirgeleri..! 3/3

                          

                                           


                                                                                                                                                                                                              kuramsal çatışmalar bildirgesi 3/3

                       ho! yeryüzü barınağı!

İKEA lı berger koltuk ve
tacoma köprüsü’nün rezonanslar modu
!

Modernizm’in Köküne Kibrit Suyu Ekilmesi Gereken Mimarlık    
 Eğitiminin iki Faili:           

Düşüncenin İKEA lı Berger Koltuk olarak Mobilyalaştırılması ve   Tasarım adına  İnsani Faaliyetin Evcilleştirilerek Haritalanması….
Gerçekte, toplamında hiç kimsenin mülkiyetinde olan ve mekansal olarak bütünlüğüne imgesinin kendi bağımsız akılda kalma kaydını yaratmış Şehir denilen olguyu yavaş yavaş ortadan kaldıracak yeni yüzyılların üniversitesi, yeni kuşak sosyalizasyonların başında yer alacaktır. Şüphesiz böyle bir toplumsal halet_i ruhiye değişikliği birebir ölçeklerde eğitimsel karşılaşmaların tüm içeriklerini ve biçimlerini de etkilemesi gerekmektedir. Bu şekillenmeyi zorunlu kılan modernist eğitim paradigmasının sistematiği şöyle işlemektedir;
1-İKEA tipi mobilya mantığında, düşüncenin mobilyalaştırılması-nesne/anlam simetrisini-nesne geometrik düzenlenişiyle anlam üretir- biçimiyle değil!- bağlaşıklığını- ön kabul olarak görme, lineer üretim sistematiği içinde çıktı’lar olarak  ürünün bileşenlerinin eldesi  ve bu bileşenlerin kurgu ve montajının ‘ev’de’ yapılması-
2- modernist eğitim paradigması, yaptıracağı projeyi yapacak öğrencisini de baştan imal eder.!.bu muhatabının şahsiliğini tanımayan yerel-olmayan bir ilişkilenmedir..yerel-olmayanla ilişkilenme taşeronluğunu ise akademiyacı güruh yapar..!
3-Yaşanılan dünyanın faaliyet ve güdülenmelerinin haritalanarak,her seferinde aynı yöntemin işler kılınmasının sağlanması,

1/ düşüncenin İKEA tarzı mobilyalaştırılması-
Modernist Akademiya’nın –ki başka bir akademiya Türkiye ve KKTC de mevcut değildir_ eğitim paradigmasının üniversiter süreçlerdeki en yıkıcı karakteristiği ‘düşüncenin’ mobilyalaştırılmasıdır. Akademiyayı neredeyse bir yüzyıldır rehin almış bulunan  modernist mimarlık eğitimi paradigması sadece tasarım atölye /stüdyolarında değil Temel Tasarım ve Tarih’ten başlayarak tüm ders içeriklerini yani tüm oturma biçimlerinizi örneğin Berger Koltuğa indirger, demontable parçalara ayırır, ambalajlar ve bunu sanki sizin etkinliğinizmiş gibi sizin adınıza üniversiter alem’de sirkülasyona sokar.Sizin akademiya’cı olarak yaptığınız şey, en radikal tutumda dahi koltuğun kumaşını değiştirmekten öteye gitmez,gidemez. Eğitimin tüm içerikleri hazır menü olarak bir Berger Koltuk problematiğinde konsantre-usare-kıvamda katılaştırılmıştır. Eğitim süreci boyunca ne yapacağınız, hangi güdülenmeler altında yapacağınız ,nasıl yapacağınız,alacağınız sonuçlar,yapılanları sınama biçimleri,yükselme statüleri için tüm gerekler , modernist paradigma tarafından formatlanmıştır. .Master tezlerinin,doktoraların da tek hakimi İKEA’lı Berger Koltuktur. O güzel örnekte olduğu gibi ; gemi umarsız kuzeye gitmektedir ama siz büyük bir yanılsama içinde-o da iyi niyetli biriyseniz-, güvertesinde her yöne yürüyüş yapma serbestliği içinde herhangi  bir yöne gidebilir ve  kendi yolunuza gittiğinizi sanırsınız.Oysa siz bir gemidesiniz ve bu geminin gittiği her yol İKEA tipi Berger Koltuğa çıkmaktadır.Buradaki büyük insani sorun bu yanılsama değildir.Büyük ve ahlakdışı olan Akademiyacı’nın bu durumu kendi öz  etkinliği olduğuna kendini ikna etmiş olmasıdır.Bu ikna çok kolay oluşmaktadır.Çünkü formel akademiya tezgahından geçmiş olma tecrübesi, fason akademik hayatını kendi öz etkinliği sanmasını empoze etmektedir.Daha önce başka insanların,arkadaşlarının  yaptıkları, hocalarının dünyaya davranış tarzının gözlemi ,karşı karşıya kaldığı hiyerarşik yapının gerçekte düşünme eylemine yabancı bir ülke olduğunu fark etme,kendi gündelik yaşamında üniversitenin salt kategorik bir zaman dilimi teşkil etmesi vd. Alıkonulmuş benliği tüm akademiya hayatınca buzdolabına konulmuştur. Düşüncenin üretilemeyeceğinin, düşüncenin kendi yaşamıyla yoğrulan bir oluşum ve dışarıdaki hayatla karşılaşmalarının bir belirmesi olduğunu fark edememektedir. Oysa İKEA tipi eğitim ona düşünceyi mobilyalaştırılmış olarak kullan diye vermekte ve hedefi de göstermektedir. Cite İndex’ler, CCi’lar,Codex’ler, hakemli dergiler,alıntılar,metodolojiler,tez jürileri, atölye/stüdyo jürileri hepsi sizin üreteceğiniz düşünceye zaten a priori vakıfdırlar!.Sizin onlardan onay talebinde bulunmanız yeter!Formata uygunluk yeter,ne yaptığınız önemli değildir!.Yaptığınız şeyin hayatınızla ilgisi ‘hoca olmak,hoca kalmakla’ sınırlı olabilir!! Dolayısıyla Theodor Kaczynski’nin dediği gibi sun’i etkinliğinize devamda hiç bir sorun olmaz.Sizde artık öğrenmişsinizdir: ‘formatlı hocalık yapmak’ üniversite de bulunma garantisidir.Ve çok önemli bir geleneği taşımaktasınızdır artık: başka insanların,öğrencilerinizin de kendi kişisel denizlerine açılma merakı ve arzusunun sizin tarafınızdan iğdiş edilmesi ve böylece Berger Koltuk eğitimine adapte edilmeleri misyonu.Hiçbir çağda Bilgi bu denli kirli bir silah olmamıştı.Çünkü herkes, gerçekte bu silahın sahibinin kendisi olmadığını ilan ede ede bu silahı kullanmaktadır.
2/ modernist eğitim paradigması, yaptıracağı projeyi yapacak öğrencisini de baştan imal eder.!.bu muhatabının şahsiliğini tanımayan yerel-olmayan bir ilişkilenmedir..yerel-olmayanla ilişkilenme taşaronluğunu ise akademiyacı güruh yapacaktır..!
İKEA cı Berger Koltuk ikinci olarak şunu yapar;bir aygıt oluşturmuştur örneğin bir sismograf..Ve bu sismograf kendinden menkul kullanıcısı örneğin depremlerin sonradan icat edilmesi fikriyle yaşama sokulmuştur. Önce sismograf sonra  depremler imal edilecektir.Hem öğrenci, hem hoca; modernizmin yarattığı ‘Hazır İnsan/Kullanıcı Tipine’  ‘barınak’ hazırlamaktadır.Bu in vitro insan tipi dir.Binaya saçak mı yapılacak o saçak şimdiye dek yapılmış saçakların ortaya çıkardığı saçak figüründe temsil edilmelidir.Hocanın görevi, bu saçağı ya direkt çizerek ya açık bir imada bulunarak hocanın orada gördüğü saçak şekillenmesini talep olarak öğrenciye aktarılmasıdır.Öğrencinin görevi ise Hoca’nın zihninde saçak şeklinde dolaşan-eğer varsa tabii,öyle bir tilki çoğu kere yoktur ama var gibi davranılır- tilkiyi avlamaktır.Bu ilişkilenme tüm Proje döneminde sürer gider.Hoca afaki ,oradan buradan gördüğü şeylerin kendinde bıraktığı arşivlenmiş görsel tortuyu rest’i olarak öne sürecektir.Öğrenci kendi dışında bir saçaklar dünyası ‘  olduğu sanısı edinerek ya oraya doğru hareketlenecek ya da kendi görsel tortu arşivini dergilerden,internetten oluşturmaya başlayacaktır.Hem Hoca’dan ,hem öğrenciden ‘’..Önce saçak vardı..’’-Primitive Hut !! -Ve sonra buna Üniversite diyeceğiz.Yaşasın!!
Hiç bir koşulda genelleştirici –tipolojik ilişkilenmeler bu dünya da önerilemez. Dünya zenginliğini bu ‘’önerilemezlik/öngörülemezlik’’ten alır.Modernizm’in kavradığı dünya, su’dan önce bardağın,deprem diye bir şey o ana dek ortalıkta hiç görünmemişken önce sismografın  sonra da bu sismografa uygun depremlerin yaratılması üzerinedir.Dünyada yaşanırlığın zorunluluğunu atıl hale getiren, bağımsız,her şeyi öncelemiş verili bir  tecrübe potansiyalitesi( apriority) üzerine konuşmak Kant’çılığa mahsustur.Böylece kavramların sığınabildikleri  Apriori ülkesinde kendilerine mahsus bağımsız bir dünyası ve yaşarlılığı olduğu fikri  modernizm’i arkadan itip durmuştur.Estetik mi dediniz ? Evet 15 numara ..Bu duraktan hafta içi yarım saatte bir geçer…!! Bir de 15 M var ..O’nun Mimarlığa uğrayarak gittiği söylenir ama 15 M’ye  binmiş olanların estetize olarak o otobüsten bir daha inmediği söylenir…!
Evet, her disiplin öğrencisini de yaratır!!.Bunu en güzel  ‘Mimarlık Fakülteleri’ yapar.Öğrencinin yaptığı şeylerin bahanesi olacak şeyler: ‘Yeşil’, ’Su Ögesi’,’Plastik Ögeler’, İşlev,Site Analizi,Form,Sirkülasyon,Çekirdek,Cephe,Taşıyıcı Sistem,İhtiyaç Programı,Gerçek Hayat, Mimar Sinan,İşveren,Meslek,Mimarlar Odası,Çarpık Kentleşme,Beton Yığınları, Piyasa..Kompozisyon, Doku, Çevreye Duyarlılık,’Çalışan Plan’..yığınla sürdürülebilir zırva..!!.. Çünkü hiç kimse şu soruyu sormaz,soramaz, tartışmaz, tartışamaz:  Yahu madem dünyanın nasıl olması gerektiğini biliyorsunuz da,niçin bunu kimse yapamıyor???Çünkü Pırasanın uzayıp uzayıp da tam sona erdiği, pırasa olamayan başka bir dünyanın başladığı uç’ta, tam o küçücük aralıkta, sinaptik bir boşluk; Işığı, Suyu,  Kloroplastları, Karbonu ve Oksijeni  birbirine derc ederek onlardan oluşan ama onlardan öteye açılma gücü taşıyan bir dünyayı ışıtır: Belirsizlik Kuvveti..Oraya kadar  sizin düşünceniz olarak taşınan hayat , uç’tan itibaren olası dünyalar adına sönümlenir. Heisenberg’te bunu böyle söylemiyor muydu!! İsterseniz bunu laikleştirelim ,bu dünyaya indirelim ve  akademiyacıların Atölye/Stüdyolarındaki Proje derslerinde aynı soruyu başka bir konumdan soralım; proje yapılmadan önce tüm o yukarıdaki zırvalar,mimari projenin nasıl  yapılacağının şaşmaz kriterlerini oluşturuyor ise nasıl oluyor da bu aynı  malzeme ile herkes farklı bir şey yapma eğilimi taşıyor?.Cevap eğer yorum farklılığı ise, tüm bu verili bilgisel-lineer akışın kişisel bazda kırılması ve öğrencinin kendi gerçeklik alanını ,bu kırılma adına önüne açabilmesi gerekmiyor mu?‘sirkülasyon’, çekirdek’,Giriş’, saçak,algı,yeşil,işlev..…vs..tüm bu kalıpları zedelebileyecek türden tek seferliğe mahsus ,kişisel zihni alet-edevata ihtiyacınız yok mu? Atmaya yeltendiğimiz her zihinsel adımda , salt zaten bu zırva zerzevat’a adanmış,  formatlanmış bir dünyayı gerçekleyebiliyorsak ne olacak?  Hiç karşılaşılmadık türden bir madde haline sahip ‘Urzzt’ gezegeninin yüzeyini elinizdeki kazma kürekle kazamazsınız.-Bunların hiçbirini yapamazsınız. Çünkü bir Kültür Merkezi ,Belediye Binası yapıyorsunuzdur, ya da abuk subuk ‘ilginç’ olsun diye uydurulmuş bir proje konunuz vardır.Ama hep bir proje konunuz vardır. Hepsinin karşılıkları tüm varyasyonlarıyla toplumsal hayatın arşivlerinde duruyordur.Proje konusuz  bu sistemi yürütemezsiniz.Verilmiş ,verilecek Proje konuları modernist zihinde çoktan  arşivlidir.Bırakın tasarım üzerine ilişkilenme şartının  proje konusunun varlığına bağlı olmadan geliştirilebileceği fikrine sahip olmayı,Hoca,arşivden dışarı çıkmaya yeltenen her insana anında müdahalede bulunacaktır:’’.. bu olmaz..bu şöyle olmalı!.Amerikayı yeniden keşfetmeye kalkışma!’’..Bu düşüklüğe ,Oğuz Atay yaşasaydı: Hocam, geçenlerde paraya  sıkışmıştım, saatimi rehin bırakmaya gittiğimde vitrinde diğer eşyaların arasında sizi de gördüm.Guguklu saat’e yatıya mı gitmiştiniz?’’ diye serzenişte bulunmaz mıydı?.Önceden formatlı bir dünyayı onaylamak mimarlık eğitiminin tek alanı ise niçin bunca mimarlık bölümü/fakültesi açılıyor? Bu tescil işlemlerini tek bir üniversitenin mimarlık bölümü  yapsa olmaz mı?. Hepsini sanki  aynı kişinin,tek bir  insanın yaptığını sandığınız ve  sadece  şekli farklılıklar taşıyan ama hep aynı dünyanın dilini–modernizm-  hep aynı romanda-mimarlık- kullanan tek tip projeler, hayatın şahsiliği karinesine aykırı ve gayri insani yaptırımların birer sonucu değil midirler?.Kişi farklılaşması yok,okul farklılaşması yok,kültür,coğrafya,yaş,sınıf farklılaşması ha-keza.Tüm bu süreçler okulun mekansal yapısı,hocalar,proje konuları,öğrenci aileleri,YÖK,müfredat programları,bölüm ,fakülte kurul toplantıları, atölye/stüdyo sistemleri, jüriler hepsi aynı ‘’paket’in’’ içindeki küçük sosyalizasyon paketçikleridir.Yani sonuçta bugün karşılaştığımız şeyler olsun diye icat edilmiş,güçlendirilmiş yöntem,içerik ve biçimlerdir.Başka bir dünya için başka bir zihin geliştirilmesi gerekmektedir.
3-Yaşanılan dünyanın faaliyet ve güdülenmelerinin, insan-dışı dünyanın akışlarının haritalanarak,her seferinde aynı yöntemin işler kılınmasının sağlanması..ya da; Pinokyo, bir mimoza ağacına, yerde bulduğu uçurtma çıtasıyla burnunu karıştırmayı öğretmektedir.
Modernist Akademiyacının elinde iki nükleer reaksiyon silahı vardır; 1-Form kavramı,2_ İşlev kavramı. Yaşanılan dünyanın tüm faaliyet ve güdülenmelerinin ve insan –dışı dünyanın tüm akış süreçlerinin haritalanması bu iki kavramın statik ,Newtoncu,Öklidyan  kaynaklarına  oturtulur. Modernist eğitim paradigması hep dile getirip yücelttiği biçimlerle aslında hiçbir şekilde ilgilenmez. ‘Form..Form..’ diye yırtındığı şey  geometrik konfigürasyonlardır.Akademiyacıların, madde ontolojileri alanının  en karmaşık kavramlarından biri olan Form’u ucundan köşesinden olsun, kendilerine  açıklayabilecek hiçbir  zihinsel donatıya sahip değillerdir.Bu donatılar kendilerinde olsun arzuları da yoktur.(*1).
İşlev ise, uğraşmak istemedikleri ya da kavrayamadıkları için çaba sarfetmeye değer bulmadıkları bir dünyayı kendilerine ‘download’ edebilecek ‘ free-driver’ programlarından biridir. Büyük bir öfkeyi hak ediyorlar! Çünkü bu uğurda kendilerinde alıkoydukları  şey genç insanların yaşam momentumudur!! Hem Form, hem İşlev kavramları bu metnin sığasının izin verdiği ölçekte ele alınacaktır.
Form ; etkisel düzenlerin -sığırcık sürüsü ve alıcı kuş kerkenez’in düzenleri arasında- sahip olduğu mekansal  ilişkiler-konum gibi- takas edildiğinde beliren geçici bütünlüklerin toplamıdır.Bu nedenle Form nihai-son- yapı  değil ama sonlu bir yapıdır.Form varlığını ilişkisel olarak söndürerek sonluluğunu edinir.
Aşağıdaki fotoğrafta, dalgalanmakta olan bir sığırcık sürüsüne avlanmak için dalmakta olan bir kerkenezi görüyorsunuz;

 
Form, buradaki ilişkilenmenin maddileşme tarzıdır. Mimarlık zihni tarafından hiçbir zaman   Formatlı Şekil haline indirgenemez. Form içinden zamanı arındırabileceğimiz bir kendilik değildir. Bu olsa olsa formatlı şekil demektir. Aynı zamanda Form; olmaya gelme sürecinde bir düzen edinmeye doğru kendini açan  yapının karşılaştığı bir başka yapı dolayısıyla maruz kaldığı ve bu yapıyı maruz bıraktığı etkilerin, etkileşim arayüzünde ortaya çıkardığı oluş halidir. Form sabitlenebilir ,katılaştırılabilir, statik bir olgu değildir.
                          
                           
  
                         uçma formu?!..konma kormu??..beslenme formu??..
                             

                    martı formunu işte bu martı temsil etmek üzere seçildi!!
                              

                  bu bir kuş formu olabilir mi?!!

Modernizm bir uygulama kalıbı halinde  önce Form tanımını, sonra dünyanın bir parçasının bu tanıma uyarlı stilizasyonunu, daha sonra da bu stilizasyonun geometrik konfigürasyonlarda temsilini yaparak yeryüzündeki yaşamı, Ay Kürenin o soğukluğuna,yaşamsızlığına  ve tekdüzeliğine sürgün eder...Buna da Mimarlık der..!! Form adına kastedilen şey akademiyacı’nın öklit geometrisi sözlüğünden oluşur. Geometri aynı Ahlak gibi  bir uygulama kalıbıdır. Önce yapılandırılacak, geometrize edilecek bir ham idea tahayyülde belirmelidir ki o’da  maddileşmeye gitmek istesin  ve kuvve’den-potansiyel oluş-  cisme ,zihindeki transformasyonu uygulama kalıplarınca taşınabilsin.Aksi takdirde, geçilecek bir sürecin kalıbını ,o sürecin nihai oluşumu yerine koyarsanız tahayyüldeki ham idea değil, geometrinin ta kendisi yalansı-nesne-quasi-object- olarak maddileşir.Modernist eğitim paradigmasının, akademiyacı taşeronları aracılığıyla okullardaki insan zihni kıyımı burada başlar.İnsanın düşünme eylemi yoluyla ilişkilenmeye başladığı dünya ile kendisi arasındaki  arayüze geometrinin zamandan ve mekandan bağımsız -sub specie aeternitis- yaşlanmayan ve hiçbir yerde oturmayan olmaklığını yerleştirdiğinizde ,o insanın dünyayla ilişkisini yalıtılmış kılarsınız ki bu öjenifikasyon ,faşizmin insanlar üzerindeki yıkıcı bir siyasetidir.Çünkü siz benim her ilişkilenme arzumu baştan zamansızlığın ve mekansızlığın hiçliğine iterek, varlık muhitimi (lebenswelt) saydamlaştırırsınız. Mimarlık eğitiminde Akademiyacılık, faşizmin öğrenciler üzerindeki politiğidir. Geometri aynı Newtoncu dünya görüşü gibi Yerel_Olmayan bir karakteristiktir. Bir şeyle ilişkilenme adına seferber etmeye çalıştığınız  şahsiliğinizi ve ait-olmaklığınızı boş  uzayda mutlak bir konuma kilitler ve sizi sadece  hocaların vakıf sizinde edinmek zorunda olduğunuz ‘oralarda bir yerlerde olan bilginin uydusu halinde anonim bir varlık haline getirir. Mimarlık eğitimi konulu her toplantıda en az 5 kere zikredilen usta-çırak ilişkisi talebi, öğrenci zihninin  uydulaştırılması adına  akademiyacıların meşruiyet talebinin ta kendisidir.Dolayısıyla öğrencinin korelasyonlardan elde etmekten başka yolunun olmadığı şahsi dünya bilgisi –praxis- nin yerini ,kritikler aracılığıyla akademiyacı hocanın taşeronluğunca yönetilen  yerel-olmayan bilgiyle öğrenci zihninin iğfal  edilme süreci almaya başlar.Tüm bu ağdalı açıklamaları basit bir örnekle dünyevileştireyim: elinize bir tükenmez kalem, A4 bir kağıt alıp üzerine herhangi bir büyüklükte ,herhangi bir üçgen çiziniz. Sonra bir kibritle A4 ü yakınız.yanıp ortadan kalkan , başka bir şeye dönüşen şey Üzerine üçgeni çizdiğiniz kağıt ve çizen mürekkep olacak ama üçgen varlığını hala sürdürecektir.Çünkü hiçbir üçgen ısınmaz, yanmaz, buruşmaz, buharlaşmaz..Üçgen elbette varlık sahibidir ama sadece etki olarak.Hoca ile öğrenci konuşurken ilişkileri yerel-değildir.aynı mekanı paylaşmaları  salt fizikidir. Zihinsel karşılaşmaları orada olmayan bir şeylerce –Geometri, Ahlak gibi uygulama kalıpları ve İşlev, İhtiyaç Programı gibi işlemcilerce(operatörler)-yönetilmektedir.Pinokyo, bir mimoza ağacına, yerde bulduğu uçurtma çıtasıyla burnunu karıştırmayı öğretmektedir.Kerkenez ile sığırcıkların karşılaşmaları da yani arayüzde beliren ilişkilenmenin maddileşme tarzı her zaman şimdi’ye ve burada’ya ait olacaktır.Her zaman, her seferinde hep başka bir arayüz maddileşmesi yani Form u olarak asla tekrar edilemez ve tersinmez şekilde cereyan edecektir.Kısaca Form mimarlığın bize öğretmeye çalıştığı statik  bir bilgi türü değil ,hoca  ile öğrenci arasındaki şahsiliklerin inşasını emprovize  gerçekleştirecek  ilişkilenme tarzının ta kendisidir.Mimarlık eğitimi jargonu Form  lafını ağzına pelesenk ediyorsa bu akademiyacılığın zerre kadar yerel-olmakta kifayetsiz kaldığı , ona durumdan sıyırtma yolunu açtığı içindir.
Öklidçi Form’larından sonra şimdi de  nekrofil Akademiyacıların İşlev dedikleri artık ağızlarına sığmayan Newtoncu sakızlarına bir göz atalım:
Bir yapısallığın kendi bütünsel  varlığına  kavuşma sürecinde,  kendi bünyesini dış dünyaya bağlama koşullarından biri de İşlev kavramıdır. Yani İşlev yapısallığın kurucu temel ögelerinden değil, artık orada durmakta olan entite’nin tahkim edici bir bileşenidir. Yapı bütünlüğe doğru  erişirken, sürekliliğini sağlamak üzere, kendini dış dünyanın içinde yuvalandığı ve kendisinin de alt parçası olduğu daha karmaşık bir düzenin işleyişi adına bünyesine İşlevi de  yedirip devam eder. İşlev yapının oluşum sürecinde edinilen bir işleyiş  yönlendirimidir . Bütünlüğe doğru yapılanma süreci devam ederken  İşlev’de yapıda gömülü bir belirme halini alır. İşlev bu nedenle durduk yerde test edilemez ,  işlerlik içinde ait olduğu yapıdan ayrıştırılamaz bir yapıyı doğrulama kriterine dönüşür.İşlev bir feedback mekanizmasıdır.Açıktır ki İşlev bünyede oluştuktan sonra İhtiyaç olanı tarif eder. Tasarım atölyelerinin kadim simsarlarının yaptığı gibi önce ihtiyacın belirlenip-ihtiyaç programı- , sonra  bu ihtiyacın  işlevini oluşturmaktan bahsetmek, tatlı su gölünün dibinde yüzerken bardağa göl suyu doldurup içmeye çalışmak  kadar akla ziyan bir şeydir. Ve Akademiyacılar bunu her Allahın günü –belki şu an da bile- mimarlık eğitimi diye yapmakta , eğitim demokrasisi gereği olduğunu ihsas ederek  öğrencilerine kendi bardaklarınızı seçin! diye  ‘adil hocalık’ gösterisi taslamaktadırlar. .Ey öğrenci bardağını seçebilme basiretin yoksa biraz literatür tara !, boşuna Amerikayı yeniden keşfedecek seçme kriteri arama! denmektedir.İşlev Fonksiyonuna !! geçmeden önce ben de Tasarım denilen şeyin tam da  kendisinin ,başka başka Amerikaları her gün yeniden keşfetmek olduğunu söyleyeyim ve düşüncenin seri katili bu cahillere  bir hatırlatma yapayım; eğer  Amerika defalarca ve farklı tarzlarda sürekli yeniden keşfedilmese Amerika olarak bedene  gelemezdi, gelemeyecektir.Hiç olmazsa yaşamlarınızda birkaç dakika kendiniz olma haysiyeti gösterin.Kutup yerlileri, Kolomb Seyahati, Blue-Jean’in icadı, Bob Dylan şarkıları,Kuzey-Güney savaşları,Kızılderililerin asimilasyonu ,Batı Demiryolu,Ford’un T modeli ,hunhar Kennedy Cinayetleri, Hollywood , Vietnam yenilgisi, Siyam Balığı filmi , Beat kuşağı ve Woodstock’lar, hatta menfur 11 Eylül saldırısı ….hepsi ama hepsi  Amerikanın yeniden keşfi girişimidir.Hepsinde Amerika orada ve onlarla  yeniden kuruldu.
şu cahillere bak dünyanın sahibi onlar!! diyordu galiba Siya Siya Bend, o güzelim Fatih Akın filminde..
Şimdi 17. yüzyıldan beri matematiğin ana kavramlarından biri olan  işlev’in/fonksiyonun ne olduğuna asli alanından yani matematikten bakarak hesaplaşmaya devam edeyim;
İşlevin matematiksel yani biçimsel ve kuramsal tanımı şu şekildedir:
 ve   iki küme olsun.  ,   kartezyen çarpımının şu özelliği sağlayan bir altkümesi olsun:
Her   için,   ilişkisini sağlayan
bir ve bir tane   elemanı vardır.
Bu durumda   üçlüsüne işlev adı verilir. İki tanım daha:  ,   işlevinin tanım kümesidir,   ise varış kümesidir.

Fonksiyon, açık bir şekilde bileşenleri tanımlanmış iki kümenin eşleşme bağımlılığını gösteren işlemdir. Kümeler birbirlerini var kılacak hayati zorunluluğun  dayattığı tanımlar değildirler. Fonksiyonlar, ikiside birbirinden farklı karakteristiğin biraradalığının birbirleriyle sanal bağıntı koşulunu ortaya koyarlar. Fonksiyonlar, elemanları bir küme teşkil ettiği varsayımından yola çıkarak bir kümenin,yine elemanlarının bir küme oluşturduğu varsayılan diğer bir  kümeye doğru bağıntılandırılmasıdır.Yani hazır bir kümenin  sonra bir başka hazır küme ile bağıntılandırılması demektir. Akademiyanın mimarlık tasarımına uyarladığı cinayet silahı olan İşlev-Fonksiyon jargonunun, nasıl  atalet halinde donuk bir dünyayı kullanabildiği burada açığa çıkar: Akademiyanın  işlev diye kastettiği şey, insanın faaliyetinin, insan yapımı fiziki çevrenin bağıntısı haline getirilmesinin ta kendisidir. İnsan örneğin bir binanın her elemanına bağıntılandırılan  ayrı bir elemana -decoder- sahip kılınmalıdır. Onlar için İnsan bina’ların bir fonksiyonudur. Hatırlayalım;

verilmiş bir   fonksiyonu, 'nın her elemanını bir biçimde 'nin bir ve bir tek elemanına götürür/elemanıyla ilişkilendirir.

Bu akademiyacıların atölye /stüdyo simsarlarınca Bina’nın Fonksiyonel İşlerliği olarak sunulur. Durumu biraz daha inceltelim; akademiyacıların jargonu ile Kültür merkezi ihtiyaç programında bir Konferans salonu olsun. Konferans Salonu 300 kişilik ve salon+sahne+fuaye+servisler=700 m2 alana sahip olsun.Öğrenci ye verilen ‘kritiklerde’(!) şu cümle muhakkak geçecektir ‘’..Konferans Salonunun… hımmm….işlevi  hımmm..…şöyle ..ya da…hımmm… böyle…vs..?’’..bu boş bir konuşma,işleve  dönük manasız bir atıftır.Konferans salonu bir işlev değil binadır. Matematik kökenine göre işlev , kesinlikli olarak  bir kümenin  kendi tanım aralığında bulunabilen bir sabit niceliğin  başka bir kümenin  tanım aralığındaki  tek bir  sabit nicelikte karşılık bularak o şeyle bağıntılanmasıdır.Yani işlev/fonksiyon bir küme değildir.İşlev bir yapının hep  kendi üzerine düşen kendi gölgesidir.Yok işlevle kastedilen insani faaliyetin türü ise o zaman akademiyacıların büyük çıkmazı belirir; Konferans salonunun  işlevi olamaz , zaten o bir işlevin maddileşmiş statik düzenidir. Toplanma  işlevini gören sosyal mekansal bir  kategoridir. İşlevle kastedilen gerçekte toplanma faaliyetidir. Güzel de ben bir ağacın altında da toplanırım..Tüm zamanların en iyisi Büyük Louis Isidore Kahn çıkar ‘’ okul bir ağacın altında toplanmayla başlar’’ der..Konferans salonunda toplanma işlevinin –ki toplanma işlev değil 3 temel insani faaliyet programından ; karşılaşma ,buluşma, toplanma’dan biridir,burada akademiyacı ağzından konuşma gereği bu şekilde ifade edilmektedir- modernist eğitim paradigmacılarınca toplanma adına  baştan  önerildiği açıktır.Yani bir kültürel ilişkilenmenin olma şartı bir binada konferans salonunda yer işgal etmekten geçmektedir.Şimdi de kültür  şüpheli haldedir.Çünkü bu talep ,’hadi bakalım çocuklar!! bir Kültür Merkezi yapın!!’ talebi gösterir ki, Akademiyacı için aynen kendi hayatı gibi kültür de kültür  merkezlerinde sporlanarak üretilebilen bir mantar türüdür.-belki ileride ,HO! ,akademiyacılar içinden daha iyi olanları ,‘kültür’ün bir oluşma değil ,insani bulunma tarzlarının toplum ya da doğayla ilişkilenmesinde beliren çözünme’nin   maddileşmesi olduğuna ikna edebilecektir- Sadece toplanma değil buluşma ve karşılaşmanın tüm olası açılımları durdurulmuş, dondurulmuş ve ambalajlanmıştır. Tüm İhtiyaç Programları gerçekte çizime dökülmemiş bir ve ‘tip projedir’. Öğrencilerin yaptık zannettikleri projeler,aslında ihtiyaç programını ‘işlevlendirenlerce’ –atölye/stüdyo hocalarınca- çoktan yapılmıştır..‘‘Binanın bir  bina fonksiyonu insani faaliyetin yeryüzünde  açılışa gelecek  engin potansiyelinin, akademiyacı düşüklük içinde  dondurulmuş davranış yönetmelikleri,  uygulama kalıpları halinde zapt-ı rabt haline getirilmesi söz konusudur.Sanırım iyi niyetlerle götürüldüğü varsayılabilecek bir edim olamaz bu durum. Düşünün, atölye/stüdyo da Jüri fikir birliği içinde, böyle  işlevlendirilmiş bir İşlev den bahsederken, aynı anda  komşu sınıflardan birinde master tezi jürisi yapılmaktadır ve  Heidegger’in varlığın kendini olmaya  açmasından şehvetle bahsedilmektedir.Bir öteki sınıfta ise  mimarlık  tarihi dersinde, skolastik felsefenin, arş-ı ala’da son bulabilecek, mutlak mükemmel düzenine doğru  kategorizasyonlar silsilesi oluşturmaya soyunmuş Ortaçağ zihni olduğu anlatılmaktadır.(..ki bu bile iyimser bir örnek.Mimarlık tarihi derslerinin, çoğu  okulda neredeyse merhum Faik Reşit Unat’ça  verilmesi durumu vardır).. İşleyişin klinik tanısını siz koyun..          



sonuç yerine:
 alternatif değil asli eğitim ilişkilenmeleri modu önerisi: rezonanslar diyalektiği..
’….Tabiattaki bütün sistemlerin sahip olduğu bir tabii frekansı vardır. Bu sisteme dışarıdan herhangi bir titreşim verilirse, verilen titreşimin frekansı tabii frekansa eşit olduğunda rezonans denen hadise meydana gelir. Titreşimin genliği artar. Mesela asma köprülerin belirli bir tabii frekansı vardır. Rüzgar etkisiyle köprü sallanmaya başlayınca, frekansı tabii frekansa erişirse, köprü yıkılmaya kadar gider. ABD’de bulunan bir asma köprünün_Tacoma_ rezonans sebebiyle yıkılması tarihi bir vak’adır. Benzer şekilde masa üzerinde duran su bardağının da kendisine has bir tabii frekansı vardır. Bu frekansa eşit bir frekansta ses çıkarıldığında bardağın paramparça olması deneylerle görülmüş olaylardandır.’’

  


Rezonans Eşlenikliği yerkürede cisimler-şeyler arası ilginç bir etkileşim türünün örneğidir. Kendi potansiyeli içinde içsel titreşimsel gerilimlere sahip olan bir düzen etkileşime girebileceği türden başka bir düzenle karşılaştığında içsel gerilimlerin enerjisi, titreşimsel düzlemde içinde bulundukları boşluğu dalgalanmalarla genleştirmeye başlar ve bu boşluk genleşmesi sonsuza gitme eğilimi taşır. Tınlama olarak tanımlanan bu eşleşme ve birbirini doğura doğura  hareketini sürdürme eğilimi başka bir enerji formuna dönüştürülmedikçe ya da sistemin enerjisi soğurulmadıkça  teorik olarak hiçbir zaman sona ermez. Bir tür düzen kırılması olarak ‘Uç’ örgütlenmelerinin yapısal belirimi olan Rezonans Eşlenikliği yeryüzüne ait bir harmonik korelasyon-uyumluluğun  üzüm üzüme baka baka lıktan gelmesi- yani Ahenk hali olarak ta görülebilir. Fakat sonuçta Rezonans Eşlenikliği gerçekte düzen kırılması ya da etkileşen sistemler arasında bir tür özdeşleşme halinden doğan simetri/denge kırılmalarının da başlangıç düzeni olabilir. Bu yıkıcı sürecin devamında kontrol dışı gelişen yeni bir oluşumun önü açılır. Bu yeni oluşum hem bir tür bütünlük karakteri, hem rezonans’a giren sistemlere hiç benzemeyen yeni türde dinamikler yaratır. Dolayısıyla düşünce etkileşimi için iki farklı etkisel kaynağın birbirlerine doğru korelatif odaklar–birbirini dönüştürür etkileşime uyarlı odaklar-haline gelmesi gerekir. Şimdi bu süreci okul içi tasarım atölye-stüdyo çalışmalarında insan ilişkilerine uyarlamak için, bu türden bir korelasyonun gerçekleşme koşullarına yoğunlaşılması gerekir. Önerilen şey bir sistem değil ‘mod’ tur.Sürecin ‘rasyonalize edilebilir’ ve ‘rasyonalize edilemez ‘başka başka yönlerinin olduğu su götürmez.’Rasyonalize edilebilir ‘yönü için  birinci koşul, hoca-öğrenci ayrımı yapılmadan henüz üzerinde hiç kimsenin çalışmamış olduğu ücra’da kalmış bir tasarımsal problematiği keşif ve inşa için  başlangıç koşullarının mevcut üzerinden  yaratılmasıdır(geniş sondaj sahası ),ikincisi yerellik şartı (problemin şahsa aitliği ve araçların kişiselliği-aktive olma-) ve üçüncü koşul problematiğin muhit ’inin yeniden yaratılmasıdır-atölye-stüdyo mekanında ya da değil-.Tüm bunların da sadece mimarlık ya da sadece eğitim kaygılarıyla değil geniş yelpazeli, çok-kutuplu ,saçaklanıp,dallanıp budaklanmış ve gündelik yaşam gereksinimlerinin ‘orada’ çalışarak tedarik edildiği bir sosyallik ortamında filizlenmesi gerekmektedir.Yani tasarım atölye/stüdyosunun gerçekte  ‘herşeyin üniversitesi’ olan bir ortamdan türemiş herhangi bir vektörel büyüklük olmasını düşünün.Henüz kaynamakta olan suyun yüzeyinde beliren  ilk habbeler gibi. Eğer bu sağlam dayanakları olan geçerli bir düşünceyse, gelecekteki üniversitenin makro yapısında da radikal değişiklikler olacak demektir. Üniversite mekan  salkımının sadece yaşamın yeniden tasarlanmasına ait komüniteler halinde örgütlenme gerekliliği  kaçınılmazdır. Doğa Düşüncesi (şimdiki tuhaf bilim-mühendislik karması ucubenin),Tasarım Düşüncesi (mimarlık başta olmak üzere her tür türevinin) ve Toplum Düşüncesi (beşeri bilimler alanı) ve ilgili komüniteleri, üç yeni araçsallık olarak şimdiki üniversiter disiplinlerin ve yerleşim biçimlerinin yerini alacaktır. (*2)
Heyy!! Mr/Mrs Academicianist..
Jesus loves you more than you will know..
HO! too..
So coming soon.!..HO! will bury to you into your foul-smelling Project’s..


(*1): Akademiyacıların hemen hepsinin, 10-12 sözcüğü aşmayan bir repertuarı papağan gibi 20 yıl tekrar ede ede ‘öğrencilerinin zihinlerini’ nasıl sindirdiğini görmek için hemen en yakınınızdaki mimarlık bölümünü ziyaret ediniz.
(*2) Bugün üniversiter bilgi akışları totaliter sistematiğinin sinsi hamisi olan tıp eğitimi için tıp yerleşkeleri üniversiter bir kategori olmaktan çıkacaktır. Hastane mekanlarının gelişiminin etki alanı içerisinde, mikro-kentler olarak serpilecekler ve salt tıp alanı ilişkilenmeleri içinde sürdürülebilen bir topluluğa evrilerek, üniversite dışı sosyo-teknolojik altbirimler haline geleceklerdir. Bugün dahi mega-hospital’lerin , devasa 5000 yataklı hastanelerin yapımı söz konusudur ve mega –hospital’i kullanacak bu kalabalık,dallanıp budaklanmış ,fiziki büyüklüğü içinde ezilmiş  tek bir bina içine tıkıştırılmak üzere organize edilmektedirler. Kaçınılmaz..! Patlayacaklardır..!.

* ho! yeryüzü kuvveti… bünyesinde yapılandırılacak olan tüm tartışma ve korelasyon programlarında bu bildirgeler; Kenan Güvenç için bağlayıcıdır ve temel teşkil etmektedirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder