
kuramsal çatışma bildirgeleri..!3/2KENAN GÜVENÇ_EYLÜL 2013
sorun nedir? yapacak hiçbir şey yok! mimarlık mesleği küresel ölçekte artık devreler mühendisliğine (circuits engineering) dönüşmüştür.
(..Kıt’a Avrupasında 19.yy öncesinde sadece kendi etki şiddetlerinin dar bir alanında moleküler ayrışıklıkların bir toplamı olarak beliren toplum formları, yerini her bir alt düzeni ait olduğu fabrikanın sonuçta ürettiği ürüne hizmet eden organların tanımladığı bütünsel, yekpare bir toplum formuna dönüşmüştür. Yani hepimizi seküler(laik) bir bütünlüğün yeni yekpare toplum formunda çözünmüş biçimleri olarak 19.yy yeniden kurdu.)..
con’t..
Bu alt düzenlerden biri de modernist mimarlık ve modernist mimardır.1917 Bolşevik devrimi sonrasında Sovyetlerde ortaya çıkıp, 1925 lerden itibaren hızla merkezi iktidarın etki alanına girerek 1930 lu yıllarda Stalinci propagandanın ucuz neo-klassisizmine yerini bırakan Konstruktivizm, Modernizm çıkmazının erken ortaya çıkmış tarihsel trajedisinin sahnesi olmuştur. Sergei Ginzburg’un ve Aleksey Gan’ın iki farklı alandan -mimarlık ve nesne tasarımı/grafik- teorize ettiği söylenebilecek konstrüktivizm akımı, modernizm’in kendisinde olduğunu sandığı türden bir entelektüalizme sahip olmadığının kanıtı olan ve SSCB dışında Dessau da 1920 lerde filizlenen Bauhaus a da ilham kaynağı olacaktır.(Büyük Tatlin’in 3.Enternasyonal Anıtı’ndan sonra heykel yapmayı bırakıp soba tasarımı ve yapımına yönelmesi, Ginzburg’un faktura ,tektonika ve konstrüktsiia ile yaptığı Vitriviusian nazire, Bauhaus’un asli kaynaklarına direkt dikkati çekmemekte midir? ) Bir profesyonalizm olarak üst ölçek örgütlenmesini, Konstrüktivizm’in , Gropius’un Bauhaus’unun ve Le Corbusier’nin başını çektiği CIAM’in (Uluslararası Modern Mimarlık Kongresi-kuruluşu 1928) üzerinden yaptığı öne sürülse de, modern mimarlığı -1.bölümde belirtildiği gibi -konvansiyonel bir yapıya dönüştüren şey, yaklaşık 30 yıl arayla gelen iki dünya savaşının yol açtığı yıkımın rehabilitasyonu çabalarıdır..Yani 1950 lere dek mimarlığı temsil eden iki farklı modernist form zaman zaman birbirleriyle zayıf etkileşimlerde bulunarak ama bir arada yaşayarak hem Amerika’da hem Kıt’a Avrupa’sında hüküm sürdüler.Entelektüalist/İdealist renk taşıyan Bauhaus’cu ,CIAM’ci form, üniversitelerdeki mimarlık eğitimine malzeme taşırlarken; devletlerin bürokratik aygıtı olarak işleyen ‘üretimci’ form, piyasa mekanizmaları içinde modernizmin sivri köşelerini iktisadi yararlar uğruna törpüleyerek prodüktör mimarlar/market-modernizmi mimarlığını icat etmişlerdir.Kısaca modernizm iki çelişkili biçime bürünerek 1950 sonrası yoluna devam etmiştir: birincisi kendisini otonom olarak bir ada olarak gören ve toplumsal bağlarını bu konumdan kuran elitistler ile modernizmi son kat boyası olarak kullanan kitlesel bina üretimcisi prodüktör- mimarlar.Bu ayrışmanın nedeni mimarlığın rasyonalite gereği doğmuş bir zorunluluğa sahip olmayıp kurmaca bir icat olmasıdır.Tüm batı historiyografyası modernist mimarın bu kurmaca yapımını, tarihsel sürecin zorunlu sonucu olarak lanse edilmesi üzerine kuruludur.Yani batı mimarlık tarihi yazımları 19.yy ve erken 20.yüzyıl modernist mimarlığını milat alarak, 19.yy dan geriye doğru ve 20. yy’dan ileri doğru filmi sarma suretiyle, modernizmi varetmek için yazılmışlardır.Karşıtları da dahil olmak üzere -öfkeli Ruskin’in bile- mimarlığın tüm tarih yazımlarının şu ya da bu şekilde modernizmin ağzından seslenmiş olması olasıdır( bu nedenle mimarlık tarihi olarak herhangi bir değini üzerine yazılmış metinler yerine örneğin Braudel’in Maddi Uygarlıklar ve Kapitalizmi’nden insanın mekansal bulunuşlarını iktisat,coğrafya, katastroflar, hayat gailesi vd bazında titreşimler halinde hissetmek üzere, tam bu türden değiniler üzerinden yazılmış metinlerin gündeme gelmeleri perdelenmeseydi, meselelere açıklık getirecek modernist paradigma dışında çok farklı bakış açıları taşınabilirdi.Nitekim CIAM in amansız eleştirmeni Aldo Van Eyck ‘ın Dogon-Afrika gezileri sonrası yazmış oldukları, Team 10’e ve Avrupa-Hollanda mimarlığına ve abii bizlere bugün dahi hararetle kullanageldiğimiz güçlü, taze nefesler taşımıştı.)
Mimarlık 19.yy dan başlayarak mühendisliğin kostümlü provası olarak ve nesnel varlığa sahip olmadan salt bir etki olarak örgütlenmiş yapısız bir toplumsal formdur ve modernizmin ta kendisidir.Modern mimarlık ; 19.yy da arkaik ve antik zamanlardan başlayarak olagelen ve kırılmalarla süre giden bina üretimine yaslı tarihsel bir oluşumun yerini bir sıçramayla alarak, 20.yy ilk çeyreğinde başka bir şey olarak-bugün mimarlık dediğimiz- peydah olup, kendini geriye doğru tarih olarak ve ileriye doğru ‘sanal-üretim’ olarak var ettiği salt bir etkidir.Çünkü bu yüzyılda yeni görme biçimlerinin yeni gözlem aygıtları (fotograf makinesi,röntgen ışınları, sinematograf vd.) aracılığıya edinilebileceği imanı vardı ve modern mimarlıkta hem bir gözlem aygıtı, hem gözlemci işlevi görebilen bir denetim önerisiydi.Sıçramanın yol açtığı kesinti boşluğunda , modernist mimarlığın alaca bulacalı kafa karışıklıkları içinde; Horta’nın dehası üzerinden Art-Nouveau akımını varetmek ,Botticher ve Semper odaklı tektonik kuramları paravanı altında zanaatle hesaplaşmak ve özellikle Perret cephesinde konuşlanan taze fidan betonarme ile flört etmek vardır. Mimarlık , mühendisliklerin tarihsel olarak- savaşlardaki önemi nedeniyle -sahip olduğu maddi-somut-otonom bir gövdeye hiçbir şekilde sahip olamama karakteriyle varolmuştur.Daha önce bahsedildiği gibi mimarlık tümüyle 19.yy ın bir icadıdır,varlığı bir iddia ve yapısız-gövdesiz bir etki halinde, modernizm olarak ortaya çıkmıştır.Tarihsel olarak 19 yy dan önce mimarlık diye bir şey yoktu.Batı toplumsal yapısı içinde savaş sonrası zorunluluklar nedeniyle –üretim planlaması gibi- gereklilik statüsüne erişse bile ilerleyen dönemlerde kültürel fazlalık bazında toplumsal yaşamda kendine zayıf bir yer edinebilmiştir.Bu aynı Sanatın İcadı kitabında Larry Shinner’ın, primitif kültürlerde hayatın yaşamsal örgütleyicisi eşya-nesnelerin –örneğin büyücü asası- müzelerin varlığıyla sanat objesi olarak icat edildiğini öne sürmesine benzer bir düşüncedir.Yaşamlarımız için hayati olan muhitini kurma-mahal edinme faaliyetini kireçleştirerek, 19.yy da icat edilmiş mimarlığın görünümü olarak, bina ve nesnemsi yapılarda mealen temsil edilen bir sergiye dönüştürmek modernizmin varlık nedenidir.Dolayısıyla modernist mimarlık, salt yaşamımızın,yaşanılan dünyanın etkin canlılığını durağanlaştırmayla kalmamış aynı anda kendi icatlarının öznelerini de imal etmek saplantısı içinde, dünyayı nesneler yığınına boğarak gelişmiş bir kurmacadır.Binaların kullanıcılar,yapımcılar ve işletmeciler üzerinden kurulmuş sistematiğinin analojisi modernist şehirlerdir. Modernist şehirler, insan hayatının gündelik yaşam kategorizasyonları olan yeme-içme-barınmayı içeren 24 saatlik zamandaki faaliyet ayrışımları üzerine kurulmuşlardır.Tek bir doğru hat üzerine sıralanmış insani faaliyet öbeklenmelerini teşhir edecek şekilde bir araya getirilmiş nesnemsilerin kullanıcı profilleri de, android familyalar olarak modernizm tarafından toplumsal hayata önerilmiş ve kabul görmüştür.Fakat tarihsel olarak kökensiz bir sıçramaya tekabül ettiği için havada asılı kalakalmış modernizm’in erk alanı, şehir gibi bir kaos örgütlenmesi olan ,kendini-örgütleyen çoklu yapılanmaların oluşumunu başlatsa dahi nihayete erdiremezdi.Bunun nedeni ; modernizmin tarihsel oluşum biçiminin, onun yaşanılmakta olan hayatı, salt indirgeme-soğutma-koşullama kalıpları içinde inorganik bir dünya halinde katılaştırmasını getirmesindendir.
Modernizmin dünyasında şehirler ve onları sürdüren tüm nesnemsi-inorganik yığınlar (binalar, yollar,meydanlar,yeşil alanlar vd. ), devasa bir kontrol mekanizması olan bir ağ tarafından üretilirler: altyapı enstalasyonları.Altyapı enstalasyonları, en sonunda bir ‘kapalı sistem’ örgütlenmeleridir.Girdi ve çıktı süreçlerinin tek yönlü işleyişine, prosedüre dayanan statik düzenlerdir.Enstalasyonların her biri ,sanılanın aksine servis sağlayıcı değildirler, kendilerine uyarlı ekipmanları bünyelerine katarak büyüyen sonsuzluğa programlı, çatallanmış (bifurkatif) algoritmalarıdır.Atık/ Çöp tasfiyesi-ki bu bir uzaklaştırmadır gerçekten,gözden uzak tutulmadır,ortadan kaldırma değil- bağlı bulunduğu hijyen ağında çatallanır; tıbbi hastane atıkları toplanması ya da illegal çöp toplayıcılar ya da merkezi çöp toplayıcılar ya da çöp imha tesisleri gibi işletme çatallanması değil örneğin bunların gece yapılıyor olması da zamansal bir çatallanma ,bir örtük baskılama yaratır.Gece gizli güçlerin, pek arzu edilmeyecek şeylerle temas ettiği tekinsiz mekan olarak kapitalizmin yaşantılarımızı gündüzleştirme operasyonunun bir parçası haline getirilir.Gece, şehirlerin gece hayatından normal yurttaşların uzaklaştırılması gereken bir mekansallıktır.Görüldüğü gibi hijyen ağının çatallana çatallana, diğer ağların kılcal yapılarıyla buluşur hale gelmesi söz konusudur. Modernizm işte bu ağların etrafa kök budak salmış yayılımlarının ince düğümlerle rastlantısal olarak ve kendiliğinden ördüğü sayısız iç içe düzenlerden oluşur. Bu türden kaotik oluşumları baştan önleyecek ve ‘temiz-güzel’ bir şehir adına yaptığı her müdahale bir sonraki aynı türden ama daha kapsamlı müdahaleyi zorunlu kılarak ağ çatallanmalarını arttırmıştır.
Başlangıçta bir servis ünitesi olarak işlev gören enstalasyon ağlarının bugün ‘metropol’ adı verilen devasa etki dalgalanmalarına dönüşmesi kaçınılmazdı.Fakat kesekağıdı tersine çevrildi.Artık metropoller servis ağlarına hizmet eden kümelenmelerden başka bir şey değildir. 20.yy ın modern kentinin hazlara dönük yaşam alanı ve anları, onların dönüştüğü biçimlenme olan metropollerin mikrotubular yığılmalarına bulaşmış kırıntılardır. Daniel Burnham’ın 19.yy sonu Chicago’sundan, Jansen’in Ankara’sına dek şu ya da bu ölçekte modernist itkilerce örgütlenmiş tüm yerleşimler parçalarında, yine modernizmin yaptığı ‘pertürbasyonlar’_ rota düzeltmeler_ ile, yavaş yavaş kentsel enstalasyonlar insanın yaşam dünyasının (lebensraum) bir kapsamı olmaktan çıkmıştır. Bizler metropol dünyanın bu enstalatif tümörlerini besleyen androidleriz. Modernizmin çağ şehirlerinde -örneğin 2.savaş sonrası yeniden kurulan Rotterdam, merkezi otorite kararınca kurulan Brazil , statü değişikliği üzerine inşa edilen Hong-Kong gibi- altyapı enstalasyon ağlarının çatal uçlarında –sinapslarında- hepimizin android hayatları vardır.Android hayatlar-bina türü nesnemsiler-altyapı enstalasyonları seri düzeni, modernist şehirlerin genleridir.Kıt’a Avrupası metropollerinin, altyapı enstalasyon ağlarının koruyucu çeperi içinde klasik şehir vektörlerine sahip bir çok eski yerleşimin–örneğin Roma’nın ağır tarihselliği gibi- sakinlerine hala hayatın ‘anlamlara’ sahip bir şey olduğunu hissettirdiğinin hepimiz farkındayız. Oysa Shangai gibi Modernizmin saf uygulanma alanı bulduğu yerlerde, metropol, klasik şehir vektörlerine sahip Lizbon ya da Londra’dan farklı çehrelere bürünür. Saf uygulama, gelişen kentsel yapıda rastlantı ya da kendiliğinden gelişme oranının ihmal edilebilecek kadar düşük oranlı olması,ama buna karşın yoğun modernist mimari profesyonalizm içermesi anlamında kullanılmıştır.
maltepe sırtları, istanbul!! çarpık kentleşme yoktur!! kentleşme hep çarpık olacaktır!! Hepsinde de mimar!
Dağılan Sovyetler Birliği ardından bağımsız cumhuriyetlerin metropollerinde de modernist profesyonalizmin saf uygulama alanında gördüğü rol yaşanılan dünyayı indirgeme-soğutma-koşullama kalıplarının bir kez de bu yerlerde gerçekleştirilmesidir.Sonuçlar metropollerin yapılanma tarzının tüm ipuçlarını sergilemektedir: metropollerin altyapısal alt birimleri olarak inşa edilen yapılar -Norman Foster’ın Hong-Kong-Shangai Bankası gibi-, üst düzeyde yaptıkları kullanımın işlevsel organizasyonunu, insani faaliyetin karmaşık ilişkiler düzenine dönüştürmeden, nesneleşerek gerçekleştirmektedirler.Bunun nasıl bir şey olduğunu ,Antalya –Alanya güzergahında birkaç saatte görebilirsiniz.Hemen hepsi şehrin enerjisinin, kapitalizmin potansiyel akışkanlar enerjisi ile takasını yapmaktadırlar.Enerji takas ya da dönüşümünü sağlayan portörler ise şüphesiz metropol insanları, androidler olacaktır..Metropoller, modernist tarihsel akışta şehirlerin önce kentlere, sonra metropollere dönüşme sürecindeki tüm maddileşme biçimlerini bu enerji takası üzerinden sağladıkları için, metropol insanları da yaşam dünyalarında sadece titreşen/blur hayat tarzlarını var ederler.Hemen tümü, tüm metropoller, gelecek yüzyıla varmadan,tarihsel olarak geçilmiş olmasına karşın kendi içlerinde bir önceki zamanların modernist kentini,modern öncesi klasik şehri, yeni teknolojik ekipmanlar eşliğinde kopyalayarak metropoller içinde otonom kentler peydahlayacaklardır.Yani gelecek yüzyıla dek metropoller, içlerinde modernist kentler barındıran, zeminden bağımsızlaşmış-aynı 5.element filminde tasvir edildiği haliyle- fragman kümelerinden oluşmalarının hemen ardından, belirmiş yeni türde sosyalizasyon süreci bifurkasyonlarının-çatallanmalarının- giderek yaşantının yeni nöronları haline gelmesiyle ortadan silineceklerdir.Yani giderek şehirlerinde tarihsel olarak oradan kalktıkları yeni bir sürecin uzun yüzyıllarına giriyoruz.
Şehirlerin, kendileri için imal edilmiş insan-kullanıcıları organize eden mekansal etkiler haline gelmeleri modernizm ile olmuştur. Modernizmin müzelerde primitif kabilenin büyücüsünün asasına yaptığı muamelenin aynısını, yani asa’nın yapısal etkisinin yerini, modernist simgeciliğin türettiği kalıplarla-sanat gibi- ikame etme muamelesinin aynısını insana yapar.Ve bununla da yetinmez insanın biyolojik gereksinimleri etrafında on binlerce yılda kurduğu yaşam halesini şehirlilik ile ikame eder.Tarihsel olarak 20 yy sonuna doğru metropol hususiyetleriyle donandıkça, şehirli hayat, salt altyapı enstalasyonlarının insanı organize ettiği devasa bir mekanizmaya dönüşecektir.Kültürel alan da dahil olmak üzere tüm ‘ölçülemez-açık uçlu gelişme alanlarının’ şimdiden altyapısal bir enstalasyon haline geldiklerini bir tek gözlemden çıkarabiliriz: giderek tüm metropollerde hayat giderek artan bir tarzda zamansal olarak planlı kesitler içine sokulmaktadır.
Şimdi profesyonalizm olarak yani meslek olarak mimarlık metropollerde hangi halının altına kaçmıştır? bunu saptamak gerekir. Enstalatif makro ağ şebekesinin uyarlı ekipmanlar listesinin birincil nesneleri binalardır. Binalar yani nesne-hacimsellikler, enstalasyon ağ şebekesinin yani kent altyapısının yeraltından yerüstüne fışkırmış filizlenmeleridir. Tüm maddilikleri nesne/nesnemsiler olarak ayrıştırma gücüne sahip metropollerde binalar bir altyapı nesnesidirler.Tümü yeni türden bir mühendisliğin devreler mühendisliğinin (circuits engineering) –bu benim uydurmamdır-ürünüdürler.Devreler Mühendisliği konvansiyonel inşaat, makine, elektrik, bilgisayar mühendisliklerini ve planlama –kontrol mühendisliklerini kapsadığı gibi, mimarlığı da tarihsel bir dönüşüme uğratarak onu insani habitatın kombinasyonlar-adaptasyonlar-aranjmanlar teknisyenliği yörüngesine fırlatmıştır. 20.yüzyıl sonundan beri mimarlık ,artık o 20 .yüzyıl başı mimarlığı değildir.Bir tür organizasyonel teknisyenlik statüsüdür.Pekala; böyle bir dünya eğer vaki ise, üniversite bu dünyada nasıl bir yere sahiptir? Aslında bu soru modernist ideolojinin entelektüalitesince 1970 li yılların sonunda sorulmuş ve pratik yanıtları da beklenilmeyecek şekilde bir zamanların ‘devrimci-avantgarde’ eğitim yuvası olan Architectural Association’ın (A.A.) gelişme seyrine yedirilmiştir.Daha doğrusu bu seyirde modernist darbeyi izlemek mümkündür.Kuramsal çerçevede 1960’ların A.A. bünyesinde ‘..dondurulmuş, ambalajlanmış hazır yemek Palladio’dan daha önemlidir…’ diyen Peter Cook’un Plug-City’si gerçekte kendisinden bir 10-15 yıllık öncesinden başlayan başka bir keskin duyarlılığın karşı kutbunu oluşturur.Bu öteki kutup Palladio’ya değil, ama insani faaliyetin orijinleri ile modernizmin zaman kavrayışına bakarak, onu gündelik hayatla uzlaştırmaya çalışan, Van Eyck ve Jaap Bakema, Georges Candilis, Giancarlo De Carlo, , Alison and Peter Smithson and Shadrach Woods’un; Team10 ’idir. Archigram ile Team10 arasındaki cambaz ipini geren şey ise binaların, geleceğin metropolleri adına nesneleştirme sürecinin, kirli şimdiki an’dan arındırılarak-katharsise tabi tutularak- teknolojinin saydam zamanına taşınmasıdır.1970 ler başında A.A.’in başına getirilen Alvin Boyarsky, Peter Cook –Archigram- etkisini kurumsallaştıracak adımlar atarak , erken 1900 lerin modernist düşü olan otonom mimarlık nesnesi bina üretiminin altyapısının kurulması için çabaladı ve A.A.’i teknotopya bir yer olarak İngiliz öğrencilerden de ‘kurtarıp’ küresel ‘müşterilere’ açmaya başladı.1975 lerden itibaren yavaş yavaş tasarıma veri teşkil edecek dış dünya etki ve olgularını kendi çitleri içinde çekip ve hepsini radyasyon duşunda temizleyerek halledeceğini düşünen modernist A.A. sendromu, tüm dünya da mimarlık eğitimi müfredatının ana hatlarını şu ya da bu şekilde etkiledi.Aynı harp sonrası Amerikan mimarlığını dönüştüren göçmen Bauhauscular Gropius ya da Mies Van Der Rohe gibi. Bauhaus’cu temel tasarım şartlı refleksi, modernist historiyografya vitrini , A.A. zihninin fason yansıması atölye sistemi üçlüsü, her ülkenin yerel ama ikincil karakterleriyle birleşerek-örneğin Türkiye’de; devlet aygıtının yapı üretimine-kamusal kullanım niyeti taşımayan yapılar üretimidir- endeksli mimarlık yarışmaları-, şu an içinde bulunduğumuz düşük profilli üniversite mimarlık eğitimi sistemini kurdu.
Tüm mimarlık eğitimi süreci, tüm üniversitelerde –bir Amerikan Üniversitesi kopyası olmayı denese bile 1980’ lerde hızla dönüşmüş olan ODTÜ dahil-yaklaşık 40 yıldır şu minvalde gidiyor: düşüncenin mobilyalaştırılması ve her iki yönde hem ‘öğrenen’in’ ve hem öğrenim nesnesi dış dünya kuvvetlerinin üzerinde işlem yapılabilecek şekilde insani faaliyetin haritalanması…bu Modernist, Newton’cu ve euclid’çi paradigma, tüm içsel enerjisini ve yaşanılan dünya ile ilişkilenme potansiyelini daha 2020’ler gelmeden tüketmiş durumda. Ağır bunalımını aşmanın hiçbir yolu olmadığını derinden hissediyor. Hissettikçe formatlanıyor, formatlandıkça faşizan/otoriter bir güç haline geliyor. Faşizan; çünkü akademik mekanizma içinde çoğunluk, alıntı detektörü-statü düşkünü iletken taşıyıcılık görevini üstlenmiş insanlar topluluğundan oluşuyor. Otoriter; çünkü yol açtığı insani kıyımın farkında değil. .Durumun farkına varmış ve bir şeyleri dönüştürmeye çabalayan İyi hocalar ya tasfiye ediliyor ya bir şekilde etkisiz kılınıyor.Lisans ve lisansüstü ve doktora düzeyinde her kategoride vitrindeki 10 çeşit ürünün tekrarı ya da çeşitlenmeleriyle süren herkes için bıktırıcı ,sıkıcı bir akademik hayat.Ne olduğunu anlamak için tek bir şeyin toplantı tutanaklarına şöyle bir göz atmanız yeterlidir; kepaze bir buluşma olan MOBBİG ya da Mimarlık Okulları Bölüm Başkanları yıllık toplantı tutanaklarına.Batının ev yapımı kavanozlarda saklanan endüstriyel üretim literatürü, cılkı çıkmış, tarar gibi yapılan aslında ‘tez konusuyla ilgili cümle detektörcülüğü’nden’ öteye bir şey olmadığını herkesin bildiği halde söylemediği literatür taramaları,binlerce çocuğun tek babası, damızlık ‘rizörçhh metodoloji’.Bakkala alışverişe gönderilen çocuğun eline tutuşturulabilecek alışveriş listesinden başka bir şey olamayacak denli kağıt mendil formunda proje ihtiyaç programları.Omuz silkmeler ve dudak bükmeler, hatta zaman zaman kaba hakaretlerle sürdürülen atölye/stüdyo garabetleri ve bu programların kutu kutuları,soğuk yenilebilen hazır menü öğrenci ‘projeleri’..Simetri,doku, figure-ground ,renk ilişkisi satan ve yanında heyecanlı öğrenci promosyonu yapan hocaların hipermarketi: bauhaus’cu temel tasarım dersleri..Öte yanda terk edilmiş bir dünya; insanın kişiselliği,bilginin yerelliği, doğanın sızdırdığı kadarıyla kuantum fiziğiyle, string teorileriyle bizlere de küçücük bir kısmını sergilediği o güzelim ele geçmezliği,sonsuz çokyüzlülüğü ve bizdenliği ,toplumsal hayatın anonimliliğine gösterilen insani toplu dirençler,bir arada birlikte bir şeyler yapmanın güç verici hazları,başka insani kavrayışların ‘..bu öyle değil’ diyen sessizlikleri,kendimiz olmayı fark ettiğimiz şimdinin küçük anları..
Herşeyi bir yüzyıl içinde ‘unuttuk’..Ama gerçekten unuttuk mu?..Bu sorunun yanıtını, serinin 3.yazısına bırakıp unutmanın üzerimize serdiği toprağa bakalım.
*altyapı enstalasyon ağları; lokal otonomilerin-yerel kendiliklerin- özgün gereksinimlerini karşılamak üzere kurulmuş enstalasyonlar ile bu nesnemsilerin birbirleriyle , hizmet amaçlarındaki farklılaşmalardan doğan yapısal çelişkilerini ortadan kaldıran nesneler dünyasından oluşurlar.şebeke suyu ile doğalgaz hatlarının birbirleriyle olan yapısal çelişkileri yol yapımlarınca sağlanan, etkilerden yalıtılmış kanallar içine alınarak dokunulmazlıkları sağlanırlar.bu gözlerden uzaklaştırılmış sistemler yere bağlı ölümcül bir kontrol aracı üretirler: makbuz, fatura ve ödeme bildirim ve onay fasiliteleri sistematiği.makbuz ve faturalar, şehirlerde şartlı tahliye ile oturduğumuzun kanıtıdır.
*Algoritma, matematikte ve bilgisayar biliminde bir işi yapmak için tanımlanan, bir başlangıç durumundan başladığında, açıkça belirlenmiş bir son durumunda sonlanan, sonlu işlemler kümesidir. Yani belli bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için çizilen yola algoritma denir. Genellikle programlamada kullanılır ve tüm programlama dillerinin temeli algoritmaya dayanır. Aynı zamanda algoritma tek bir problemi çözecek davranışın, temel işleri yapan komutların veya deyimlerin adım adım ortaya konulmasıdır ve bu adımların sıralamasına dikkat edilmelidir. Bir problem çözülürken algoritmik ve sezgisel (herustic) olmak üzere iki yaklaşım vardır. algoritmik yaklaşımda da çözüm için olası yöntemlerden en uygun olan seçilir ve yapılması gerekenler adım adım ortaya konulur. Algoritmayı belirtmek için ; metinsel olarak düz ifade ve akış diyagramı olmak üzere 2 yöntem kullanılır.Algoritmalar bilgisayarlar tarafından işletilebilirler..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder